KRONOLOJİ
Selçuklular
1063-1072 Alp Arslan
1071 Malazgirt (Manzikert) Muharebesi
1081-1092 1. Süleyman
1092-ııo7 1. Kılıç Arslan
1107-1116
Melikşah
1116-ıı56 1. Rükneddin Mesud
1156-ıı92 il. Kılıç Arslan
1192-ıı96, 1204-1210 1. Gıyaseddin Keyhüsrev
1196-1204 il. Rükneddin
Süleyman
1204-1205 III. İzzeddin Kılıç Arslan
1210-1220 1. İzzeddin
Keykavus
1220-1237 1. Alaeddin Keykubad
1237-1243 11. Gıyaseddin
Keyhüsrev
1243 Kösedağ Muharebesi
1246-1248 il. İzzeddin Keykavus
1248-1265 iV. Rükneddin Kılıç Arslan
1249-1257 11. Alaeddin Keykubad
1265-1283 III. Gıyaseddin Keyhüsrev
1283-1284, 1284-1293, 1294-1301,
1303-1307 11. Gıyaseddin Mesud
1284, 1292-1293, 1301-1303 III. Alaeddin
Keykubad
1307 III. Gıyaseddin Mesud
İlhanlılar
1253-1265 Hülagu
1265-1282
Abaka
1282-1284 Ahmed Tegüder
1284-1291 Argun
1291-1295 Geyhatu
1295 Baydu
1295-1304 Gazan
1304-1316 Olcaytu
1317-1335 Ebu Said
Beylikler Geç 13. yüzyıl: Beyliklerin
kuruluşu
?-y .1324 Osman
y. 1324-1362 Orhan
1326 Bursa'nın
Osmanlıların eline geçmesi
1331 Nikea [İznik] Osmanlıların eline geçmesi
1337 Nikomedia [İzmit] Osmanlıların eline geçmesi
1330'lar Karesi'nin
Osmanlıların eline geçmesi
1344 İzmir'in kısmen Haçlı kuvvetinin eline
geçmesi
1354 Gelibolu'nun Osmanlılarca işgali
1362-1389 1. Murad
1369 Adrianopolis'in (Edirne) Osmanlıların eline geçmesi
1371 Çirmen
Muharebesi (Meriç)
1370'ler Germiyan ve Hamidoğullan beyliklerinin
Osmanlılarca fethi
1380'ler Teke'nin Osmanlılarca fethi
1385 Niş'in
Osmanlıların eline geçmesi
1387 Thessalonike'nin [Selanik] Osmanlıların
eline geçmesi
1389 Kosova Muharebesi
1389-1402 1. Bayezid
1389-1390 Aydın ve Menteşe beyliklerinin Osmanlılarca fethi
1394-1402
Konstantinopolis'in Osmanlılarca kuşatılması
1396 Niğbolu Muharebesi
1397 Karamanoğullarının Osmanlılarca alt edilmesi
1402 Ankara
Muharebesi
1402-1413 Osmanlılar arasında öldürücü çatışmalar dönemi
1413-1421 1. Mehmed
1416 Şeyh Bedreddin ve Börklüce Mustafa İsyanı
1421-1444, 1446-1451 il. Murad
1422 Konstantinopolis'in Osmanlılarca
kuşatılması
1430 Thessalonike'nin Osmanlıların eline geçm esi
1444
Varna Muharebesi
1444-1446, 1451-1481 il. Mehmed
1448 11. Kosova
Muharebesi
1453 Konstanti nopolis'in Osmanlılarca fethi
Bizans 1071-1078 VII. Mihail Dukas
1078-1081 III. Nikefo ros Botaneiates
1081-1118 1. Aleksios Komnenos
1118-1143 il. İoannes Komnenos
ıı43-1180 1. Manuel Komnenos
1180-1183 il. Aleksios Komnenos
1183-1185 1. Andronikos Komnenos
1185-1195, 1203-1204 11. İsakios Angelos
1195-1203 III. Aleksios
Angelos
1203-1204 il. İsak ios Angelos ve iV. Aleksios Angelos
1204 V.
Aleksios Dukas Konstantinopolis'in iV. Haçlı Seferi kuvvetlerince ele
geçirilmesi
1204-1261 Konstantinopolis Latin Krallığı
1204-1461
Trebizond [Trabzon] Latin Krallığı
1204-1222 I. Theodoros
Laskaris
1222-1254 III. İoannes Dukas Vatatzes
1254-1258 II. Theodoros
Laskaris
1258-1259 IV. İoannes Laskaris
1259-1282 VIII. Mihail
Paleologos
1282-1328 II. Andronikos Paleologos
1328-1341 III. Andronikos
Paleologos
1341-1391 V. İoannes Paleologos
1341-1347 Bizans'ta iç
savaş
1347-1354 VI. İoannes Kantakuzenos
1373-1376 II. Manuel
Paleologos
1376-1379 IV. Andronikos Paleologos
1391-1425 II. Manuel
Paleologos
1425-1448 VIII. İoannes Paleologos
1448-1453 XI. Konstantinos
Paleologos
TÜRK TARİHİ
29 Aralık 2019 Pazar
İnsanlığın Varoluşu ve İlk İnsanlar
İnsanlığın Varoluşu ve İlk İnsanlar. İnsanoğlunun ortaya
çıkışı ve ilk insan toplulukları ile ilgili araştırma
notları.
İnsanlığın varoluşu hakkında muhtelif tez ve teoriler sunulmaktadır. Evrim teorisi, tüm canlıların suda oluşan bir bakteri hücresinden, insanlığında bu hücrenin evrim süreci içerisindeki gelişiminden türediğini tez olarak sunmaktadır.
İslam dini ise insanlığın Adem ve Havva’nın yaradılışıyla türediğini tebliğ etmektedir. Buna mukabil Kur-an’ı Kerim’de Mü’minun suresi 12-14. Ayetlerinde “Andolsun biz insanı çamurdan (süzülmüş) bir hülasadan yarattık” ifadesi mevcuttur. Kimi din alimleri bu ayetin evrim teorisiyle uyuştuğunu ifade etse de bu konudaki görüş şahsa münhasırdır.
Elbette biz insanlığın varoluşu konusunda görüşü kişilere bırakacağız. İnsanlığın varoluşuyla birlikte başlayan Tarih sürecini inceleyerek , insanoğlunun etnik geçmişlerini özetleyeceğiz.
İlk Canlının Ortaya Çıkışı (3.7 Milyar Yıl)
Günümüzün gelişmiş teknikleri ve bu tekniklere dayalı teorilerle ortaya sunulan teze göre 15 Milyar yıl önce meydana gelen büyük patlamayla (Bing Bang) evren oluşmuş, 5 Milyar yıl önce dünya kütlesi meydana gelmiş, 3.7 Milyar yıl öncede Dünya üzerindeki ilk protein ortaya çıkarak ilk canlı hücresi oluşmuştur. En azından günümüz imkanlarıyla ulaşılabilen en kabul edilebilir bulgu bu doğrultudadır.
İlerleyen yüzbinlerce yılda, dünyanın ısı ve su dengesinin ortaya çıkarttığı müsait tabiatla ilk canlılar vücut bularak dünyanın ilk sakinleri haline geldiler. 1800’lü yıllardan itibaren yapılan çalışmalarla gün yüzüne çıkartılan Paleontolojik (Fosil bilimi) araştırmalar, milyonlarca yıl önce varolan canlılara ait önemli bilgilere ulaşabildiler. Ve anladık ki bizden milyonlarca yıl önce büyük kütleli, devasa etobur ve otobur canlılar dünyanın bizden önceki ev sahipleriydi.
Günümüzden 3.7 Milyar yıl önce ortaya çıkan canlılık ve yine zaman içerisinde ortaya çıkan canlı türleri 2.500.000 yıl önce meydana gelen büyük buzul çağıyla önemli ölçüde azaldı ve kimi türler tamamen yok oldu. Bu buzul çağı, milyonlarca yıl devam ederek yeryüzündeki canlıların varlıklarının gelişiminde ve çeşitliliğinde önemli ölçüde engelleyici rol oynadı. Hem canlı türlerinin çok kısıtlı olduğu, hem de soğuk hava koşullarının ipuçları bırakılmasına imkan vermediği bu süre zarfına ait bilgilerimiz oldukça kısıtlı.
2.500.000 yıl önce başlayan Büyük Buzul Çağı ile soğuyan yerküre, ancak 200.000 bin yıl kadar önce ısınmaya başlayarak canlı türlerine daha geniş yaşam imkanları sağlamaya başladı. Bu süreye kadar kısıtlı şartlarda yaşamlarını sürdürmeye çalışan canlı türleri ancak 200.000’li yıllardan sonra çoğalmaya ve yayılmaya başlayabildiler.
Buzul çağının tamamen son bulması ve yer kürenin buzul çağının etkisinden tamamen çıkması ancak 10.000 li yıllarda mümkün olmuştur.
İlk İnsanın Ortaya Çıkışı (M.ö. 200.000 li yıllar)
İlk insanın ortaya çıkışı. Açıkçası günümüz için halen bir bilinmeyen ve gizemli bir olgu. Evrenin varoluşunu, yerküre üzerindeki ilk canlının ortaya çıkışını, milyonlarca yıl önce yaşanmış buzul çağlarını ve canlı türlerini keşfedebilen bilim dünyası henüz İnsanlığın Varoluşu ile ilgili bilinmeyeni tam anlamıyla çözebilmiş değil.
Bilinmeyenlerle dolu bu gizemli varoluş süreci ancak kısıtlı teorilerle açıklanabiliyor. Üstelik sunulan teoriler temel dayanaklarında bile birbirleriyle çatışıyor. İnsanlığın ortaya çıkışı ile ilgili bilinmeyene yolculuğumuzda, bilim dünyasının ortaya çıkarttığı tezleri incelemek ve mantıklı olana itibar etmekle yetineceğiz.
Bilim dünyası, insanlığın kökeni Cromagnon (Kro Magnum) ve Neandertaller dir der. Tam olarak insan olmayan bu tür, insanın atası ve evrim teorisindeki insanla maymun arası bir geçiş evresi olarak değerlendiriliyor. Varoluşları 500 Bin yıl öncesine dayandırılan bu türler, tam olarak insan sayılmamakla birlikte hayvan olarak da nitelendirilmiyor. Konuşmayan, yazmayan, bunun yanında aklıyla hareket eden bu türler, zaman içerisinde insana dönüşerek yeryüzüne dağılmış olduğu ve buzul çağının ortadan kalkmasıyla evrimini tamamladığı kabul edilir.
Evrim teorisinin sunduğu bu teze göre modern insanın atası olan Cromagnon, 500 Bin – 200 Bin yılları arasında varolmuş, 200 Bin’li yıllardan sonra Homo Sapiens’e dönüşmeye başlamış ve günümüz insanı ortaya çıkmıştır. Halen pek çok bilimsel çevre bu teze itibar ediyor, bunun yanında hem tezi destekleyen hem de karşı çıkan çevrelerce bu teze tezat düşen bulgular üzerinde münakaşaya devam ediliyor.
Özetleyecek olursak Bilim dünyası bu konuda kararsız. En azından tartışmasız bir karara varabilmiş değil. Peki kutsal kitaplardan edinebileceğimiz bilgiler nelerdir? Bu noktada Bilim ile Din’i çatıştırma yada kıyaslama yapmayacağız. Hem Bilimden hem de Din’i ilimden elde edeceğimiz bulgularla mantık yürüteceğiz.
Kutsal kitaplar, özellikle de Kur-an’ı Kerim, şüphesiz hem dünya hem insan ile ilgili pek çok bilgi ve bulgu sunuyor. Bilimin, bilginin ve tarih bilincinin çok kısıtlı olduğu bu dönemlerde, Kur-an’ı Kerim’in hem dünyanın hem dünya üzerinde yaşayan canlılar hakkında pek çok bilimsel bulgu sunuyor olması hepimiz için şaşırtıcı ve ibret verici kabul edilir.
Atmosferin katmanlarını, hücrenin yapısını, evrenin tasarımını ve henüz yakın zamanlarda ulaşabildiğimiz bilimsel verilere, günümüzden 1400 yıl önce “Anlayabileceğimiz bir dille” bize sunulmuş olması, insanlığın varoluşu ile ilgili ipuçlarını araştırırken de faydalı olabilecek bilgilere sahip olabileceğini düşündürüyor.
Kur-an ve tahrife uğramış olsa bile İncil ve Tevrat,bize insanlığın varoluşu hakkında belli noktalarda net bilgiler veriyor. Kur-an, insanın bir “çamurdan bir hülasadan” yaratıldığını ifade ediyor. Bu ifade de hülasa, cümle içindeki anlamı itibariyle süzülmüş, özetlenmiş, kaynak olarak kullanılmış gibi anlamlarla ifade ediliyor. Tefsirlerden yorumlayabildiğimiz kadarıyla İnsanoğlunun, bir çamurun içerisindeki ilahi bir kıvılcımla ortaya çıktığı anlaşılıyor.
Evrim teorisinin bu konu hakkındaki tezi, canlı türlerini oluşturan ilk hücrenin su ile toprağın birleştiği bir noktada oluşan bir hücreden meydana geldiğini, bu hücrenin denizde canlı türlerinin oluşumunu sağladığını, sonrasında canlıların sudan çıkarak diğer türleri oluşturduğunu savunur. Bu bakış açısı kimi din adamlarının Evrim teorisi ile Kuran’ın örtüştüğünü, aynı oluşumu anlattığını savunur.
Nitekim, Kur-an, maddi ve şekil olarak bir tarifte bulunmadığından, belirtilen bu ipucunun şekil olarak anlaşılması pek mümkün olmamaktadır. Zira din kitaplarına biyoloji yada benzeri bir konsantre bilim kitabı olarak bakmak yanlış olacaktır. Elbette Kur-an bize anlayabileceğimiz nispette bir özet bilgi veriyor. Biz bu bilgiyi ipucu olarak kullanıp merakımızı gidermeye çalışacağız.
Hem bilimin, hem Kur-an’ın bize sunduğu ipuçlarıyla elde ettiğimiz bulgu, çok net olmamakla birlikte kaynak olarak kullanabileceğimiz bir ortak sonuç ortaya koyuyor. İlk insanın tek bir noktada oluştuğu, bu insanın çoğalarak diğer insan topluluklarına temel teşkil ettiği kabul edilebilir bir gerçek. Paleontolojik çalışmalarda elde edilen ilk insanlara ait bilgiler, günümüzden 100 Bin yıl öncesine ait. Yani ulaşabildiğimiz en eski insan toplulukları bizden 100 Bin yıl önce yaşamıştır diyebiliriz.
İlk insanın ortaya çıktığı bölge halen tartışma konusu. Bu konuda bilim çevreleri, yine elde edilen paleontolojik çalışmalarla insana ait en eski buluntuların Güney Afrika’da olduğunu belirtiyor. Diğer bölgelerde var olduklarına ait fosil bulguları bulunmamış olsa da Güney Afrika’ya sonradan göç etmiş olduklarını kabul etsek bile, buzul çağının etkisi altında bulunan kuzey bölgelerinde yaşam şartlarının zorluğu, diğer insanların yok olmuş olabileceğine yada sayılarının azlığı nedeniyle varlıklarının insanoğlunun göç hareketleriyle oluşan popülasyona bir katkı sağlamadığı görüşü daha ağır basıyor. Bu noktada karşımıza iki olasılık çıkıyor. İnsanoğlu ya Asya’da ortaya çıktı, bir bölümü Afrika’ya göç etti ve buradan Dünya’ya yayıldı ya da zaten Afrika’da ortaya çıkmıştı.
Sonuca varacak olursak, insanoğlu günümüzden 100 Bin yıl önce ortaya çıkarak Afrika’dan Kızıldeniz’i geçerek Arap yarımadasına, oradan da tüm dünyaya yayıldılar. Buzul çağının halen devam ettiği bu dönemde sayılarının birkaçbin’i geçmediği düşünülen ilk insanlar, yaşam imkanlarının daha geniş olduğu bölgelere göç etmiş, sayıca çoğalarak toplumları, milletleri ve kültürleri ortaya çıkartmışlardır.
Paleotik Çağ (M.Ö. 100.000 / M.Ö. 10.000)
İnsanoğlunun dünyayı mesken edindiği, farklı coğrafyalara yayıldığı ve Dünya toplumlarının temel unsurlarını oluşturduğu Paleotik dönem, yazılı kayıtların olmayışı ve sert iklim koşullarının ortaya çıkarttığı zorluklar nedeniyle yeteri kadar aydınlatılamıyor. Bu nedenden ötürü Tarihçiler bu döneme karanlık ve kayıtsız tarih adını veriliyor. On binlerce yıldan oluşan bu tarih dilimi, insanlığın temellerinin atıldığı bir dönem olmasının yanında en bilinmeyenli dönem unvanını da fazlasıyla hak ediyor.
İki buçuk milyon yıl önce başlayıp, 600 bin yıl önce zirve noktasına ulaşan buzul çağı, 100 Bin yıl önce ısınmaya başlamış ve nihayetinde 10 Bin yıl önce tamamen sona ermişti. Sert iklim değişiklikleri nedeniyle insanoğlunun yayılıp çoğalmasına engel olan buzullarla dolu kuzey coğrafyası, insanoğluyla birlikte diğer canlılarında çoğunu Afrika steplerine hapsetmişti. Doğa koşullarıyla birlikte vahşi ve yırtıcı hayvanlarla da mücadele etmek zorunda olan insanoğlu, zorlu yaşam mücadelesini sürdürdüğü coğrafyada uzun süredir varlığını sürdürmekteydi.
Paleotik çağı yaşayan ilk insanlar gırtlak sesleriyle konuşarak anlaşabiliyordu. Birbirleriyle iletişim kurabilen, plan yapabilen, küçük topluluklar halinde hareket edebilen bu insanlar henüz sayıları çok azken kabile düzeni sayılamayacak küçük topluluklar halinde mağara ve doğal zorluklardan korunaklı bölgelerde bir arada yaşamaktaydılar. Sayıları ancak binlerle ifade edilen bu topluluk, zaman içerisinde doğal imkanlardan daha fazla faydalanmak amacıyla kuzey bölgelerine doğru hareket etmeye başladılar. İlk insanlar ilk kez ayrılıyor ve bölünüyordu. Zira aynı coğrafyada sıkışarak yaşamak, kısıtlı doğal imkanları paylaşmakta zorluklara neden oluyordu.
Biyolojik olarak tam anlamıyla birbirlerine benzeyen bu topluluk, ilerleyen zaman dilimlerinde küçük hareketlerle kuzey bölgelerine doğru ilerlemeye başladılar. Bu ilerleme yaklaşık olarak 30 bin yıl kadar devam etti. Halen kuzey bölgeleri ağır buzul ikliminden tamamen kurtulabilmiş değildi. Bunun yanında Güney Afrika ılıman ve yağmurlu iklimine sahipti. Kuzeye doğru gerçekleşen bu ilk göç hareketi 70 Binli yıllara kadar sürdü.
Kuzey bölgeleri buzul çağının etkisinde, güney bölgeleri ise ılıman ve yağmurlu iklime sahipti ancak Afrikanın kuzey bölgesi Çöl halindeydi. Ağır karasal iklim, bu topluluğun kuzeye doğru göçünü imkansız hale getirmişti. Göç hareketinin, denize paralel olarak Afrikanın doğusundan yukarı doğru ilerleyişi Kızıl Deniz sahillerinde son buldu. Kavurucu çöl sıcaklarıyla baş edemeyecek olan bu ilk ilkel insanlar, kendilerine çıkış yolu olarak Arap yarım adasını buldular.
Arap yarım adası ile Afrika kıtaları arasındaki en yakın nokta, bugün Cibuti olarak anılan Afrika ülkesi ile Yemen arasında bulunan, Aden körfezi ile Kızıl Denizi ayıran darboğaz alandır. Bu alan, günümüzde yaklaşık olarak 30 Km. civarında bir mesafede bulunur. 70 Bin yıl önce halen devam eden buzul çağının etkisiyle suların daha sığ olduğunu düşünecek olursak, tahminlere göre bu mesafe birkaç kilometre kadardı ve çok daha sığdı. İlk Afrikalı insanlar, bu sığ deniz geçidinden geçerek, Kızıl Deniz’i aşıp yeni bir Kıtaya ayak basmış oldular. Paleotik Çağ’daki dönüm noktası olan bu göç hareketi, Afrikalı ilk insanların Dünyaya yayılmasında kilometre taşı kabul edilir.
İnsanoğlu için yeni bir dönem başladı. 70 Bin yıl önce gerçekleşen bu göç hareketi ile ilk insanların bir bölümü Afrika’da kalmış, göç hareketine girişen diğer bölümü Arap yarım adasına ayak basmıştır. Yapılan araştırmalar, Afrika’nın kuzeyinde olduğu gibi Arap yarım adasının güneyinde de ağır çöl ikliminin bulunduğunu ortaya koyuyor.
Arap Yarım adası, bugün olduğu gibi bundan 70 Bin yıl önce de Çöl iklimine sahipti. Bu konu üzerinde uzun süre çalışmalar yapan Paleontologlar, tutarlı bir dayanak bulunamayan bu tezden vazgeçmeyi bile düşündüler. Ancak yakın zamanda yapılan araştırmalar çok ilginç sonuçlar ortaya çıkarttı. Göç hareketinin gerçekleştiği bölgede yapılan kazı çalışmaları, bu bölgelerde küçük tatlı su kaynakları olduğunu ortaya çıkarttı. Üstelik bu bölgelerden göç eden topluluklara ait kalıntılara da ulaştılar. Böylelikle ilk insanların Afrikadan Arap yarımadasına çıktığı kesin olarak tespit edilmiş oldu.
Arap yarım adasının güneyinden, bugünkü yemen sahillerinden devam eden göç hareketi, kuzeydeki çöl iklimine rağmen sahil boyunca seyrekte olsa bulunabilen tatlı su kaynakları ile mümkün olabildi. Yemen sahilleri boyunca ilerleyen topluluklar, ağır çöl ikliminin hakim olduğu coğrafyada tam anlamıyla bir vaha ile karşılaştılar. Bugün Dahar Vadisi olarak anılan bölge, bundan 70 Bin yıl önce, Arap denizindeki hava akımları sonucu oluşan küçük çaplı bir iklimin etkisindeydi.
Etrafı çöllerle kaplı olan bu bölge, muson rüzgarlarının ortaya çıkarttığı küçük çaplı iklimin etkisiyle bolca yağmur alıyordu. Etrafı çöl iklimiyle çevrili olan vadi, aldığı yağmurların etkisiyle geniş bitki ve hayvan çeşitliliği ile yaşam için fevkalade ideal bir bölge oluşturmuştu. İlk insanlar, daha önce karşılaşmadıkları bu fevkalade çeşitlilikteki bölgeye yerleşerek ve doğal kaynakların sağladığı imkanlarla bu bölgeyi uzun süre mesken tutarak hızla çoğaldılar. Öyleki bulundukları bölgeyi dolduran insanlar, zaman içerisinde göç etme ihtiyacı hissederek arap yarım adasının sahillerinden doğuya doğru yeni göç hareketleri başlattılar.
İlk insanın dünyaya yayılışını bu noktaya kadar adım adım takip edebildik. Afrika’da ortaya çıkan ilk insan toplulukları önce kuzeye, sonra Arap yarım adasına çıktılar, Yemen sahilleri boyunca ilerleyerek Dahar Vadisine ulaştılar. Yaşanabilir tabiatın etkisiyle hızla çoğalarak sayıları artan bu insan toplulukları için artık belirli bir güzergah olmayacaktır.
Arap yarım adasının güneyinden sahil boyunca devam eden göç hareketiyle önce Asya’ya, sonra dünyanın pek çok farklı bölgesine dağınık şekilde göç hareketleri başlatan ilk insanlar, hızla çoğalmaya ve yayılmaya başladılar. Böylece Yerküre, İnsanoğlu ile tanıştı.
Farklı coğrafyaların, farklı iklim koşullarının, farklı güneş ışın açılarının, topraktaki farklı radyoaktivitelerin tesiriyle genetik olarak farklılaşan İnsan toplulukları, dağıldıkları coğrafyalarda kendilerine has genetik ve fiziki görünümlere ayrılmış ve insanlığın temelini teşkil eden ilk etnik unsurları ortaya çıkartmış oldular. İlk dönemlerinde gırtlak sesleriyle anlaşan insanlar, çoğalarak iletişim kurmaya başlamış, gırtlak seslerinden dil ve dudak seslerine geçerek dilleri oluşturdular.
Bu lisanlar topluluklar arasındaki mesafelerin etkisiyle ayrı ayrı geliştiği için ayrı ayrı diller meydana gelmiş oldu. Dilleri ayrılan insanlar, haliyle iletişim güçlükleri sebebiyle ayrışarak etnik unsurlar haline geldiler. Sayıları hızla artan insanoğlu, uzun süre bir arada yaşayarak kendi yaşayış tarzlarını ve kendi kültürlerini oluşturdular.
İnsanlığın varoluşu hakkında muhtelif tez ve teoriler sunulmaktadır. Evrim teorisi, tüm canlıların suda oluşan bir bakteri hücresinden, insanlığında bu hücrenin evrim süreci içerisindeki gelişiminden türediğini tez olarak sunmaktadır.
İslam dini ise insanlığın Adem ve Havva’nın yaradılışıyla türediğini tebliğ etmektedir. Buna mukabil Kur-an’ı Kerim’de Mü’minun suresi 12-14. Ayetlerinde “Andolsun biz insanı çamurdan (süzülmüş) bir hülasadan yarattık” ifadesi mevcuttur. Kimi din alimleri bu ayetin evrim teorisiyle uyuştuğunu ifade etse de bu konudaki görüş şahsa münhasırdır.
Elbette biz insanlığın varoluşu konusunda görüşü kişilere bırakacağız. İnsanlığın varoluşuyla birlikte başlayan Tarih sürecini inceleyerek , insanoğlunun etnik geçmişlerini özetleyeceğiz.
İlk Canlının Ortaya Çıkışı (3.7 Milyar Yıl)
Günümüzün gelişmiş teknikleri ve bu tekniklere dayalı teorilerle ortaya sunulan teze göre 15 Milyar yıl önce meydana gelen büyük patlamayla (Bing Bang) evren oluşmuş, 5 Milyar yıl önce dünya kütlesi meydana gelmiş, 3.7 Milyar yıl öncede Dünya üzerindeki ilk protein ortaya çıkarak ilk canlı hücresi oluşmuştur. En azından günümüz imkanlarıyla ulaşılabilen en kabul edilebilir bulgu bu doğrultudadır.
İlerleyen yüzbinlerce yılda, dünyanın ısı ve su dengesinin ortaya çıkarttığı müsait tabiatla ilk canlılar vücut bularak dünyanın ilk sakinleri haline geldiler. 1800’lü yıllardan itibaren yapılan çalışmalarla gün yüzüne çıkartılan Paleontolojik (Fosil bilimi) araştırmalar, milyonlarca yıl önce varolan canlılara ait önemli bilgilere ulaşabildiler. Ve anladık ki bizden milyonlarca yıl önce büyük kütleli, devasa etobur ve otobur canlılar dünyanın bizden önceki ev sahipleriydi.
Günümüzden 3.7 Milyar yıl önce ortaya çıkan canlılık ve yine zaman içerisinde ortaya çıkan canlı türleri 2.500.000 yıl önce meydana gelen büyük buzul çağıyla önemli ölçüde azaldı ve kimi türler tamamen yok oldu. Bu buzul çağı, milyonlarca yıl devam ederek yeryüzündeki canlıların varlıklarının gelişiminde ve çeşitliliğinde önemli ölçüde engelleyici rol oynadı. Hem canlı türlerinin çok kısıtlı olduğu, hem de soğuk hava koşullarının ipuçları bırakılmasına imkan vermediği bu süre zarfına ait bilgilerimiz oldukça kısıtlı.
2.500.000 yıl önce başlayan Büyük Buzul Çağı ile soğuyan yerküre, ancak 200.000 bin yıl kadar önce ısınmaya başlayarak canlı türlerine daha geniş yaşam imkanları sağlamaya başladı. Bu süreye kadar kısıtlı şartlarda yaşamlarını sürdürmeye çalışan canlı türleri ancak 200.000’li yıllardan sonra çoğalmaya ve yayılmaya başlayabildiler.
Buzul çağının tamamen son bulması ve yer kürenin buzul çağının etkisinden tamamen çıkması ancak 10.000 li yıllarda mümkün olmuştur.
İlk İnsanın Ortaya Çıkışı (M.ö. 200.000 li yıllar)
İlk insanın ortaya çıkışı. Açıkçası günümüz için halen bir bilinmeyen ve gizemli bir olgu. Evrenin varoluşunu, yerküre üzerindeki ilk canlının ortaya çıkışını, milyonlarca yıl önce yaşanmış buzul çağlarını ve canlı türlerini keşfedebilen bilim dünyası henüz İnsanlığın Varoluşu ile ilgili bilinmeyeni tam anlamıyla çözebilmiş değil.
Bilinmeyenlerle dolu bu gizemli varoluş süreci ancak kısıtlı teorilerle açıklanabiliyor. Üstelik sunulan teoriler temel dayanaklarında bile birbirleriyle çatışıyor. İnsanlığın ortaya çıkışı ile ilgili bilinmeyene yolculuğumuzda, bilim dünyasının ortaya çıkarttığı tezleri incelemek ve mantıklı olana itibar etmekle yetineceğiz.
Bilim dünyası, insanlığın kökeni Cromagnon (Kro Magnum) ve Neandertaller dir der. Tam olarak insan olmayan bu tür, insanın atası ve evrim teorisindeki insanla maymun arası bir geçiş evresi olarak değerlendiriliyor. Varoluşları 500 Bin yıl öncesine dayandırılan bu türler, tam olarak insan sayılmamakla birlikte hayvan olarak da nitelendirilmiyor. Konuşmayan, yazmayan, bunun yanında aklıyla hareket eden bu türler, zaman içerisinde insana dönüşerek yeryüzüne dağılmış olduğu ve buzul çağının ortadan kalkmasıyla evrimini tamamladığı kabul edilir.
Evrim teorisinin sunduğu bu teze göre modern insanın atası olan Cromagnon, 500 Bin – 200 Bin yılları arasında varolmuş, 200 Bin’li yıllardan sonra Homo Sapiens’e dönüşmeye başlamış ve günümüz insanı ortaya çıkmıştır. Halen pek çok bilimsel çevre bu teze itibar ediyor, bunun yanında hem tezi destekleyen hem de karşı çıkan çevrelerce bu teze tezat düşen bulgular üzerinde münakaşaya devam ediliyor.
Özetleyecek olursak Bilim dünyası bu konuda kararsız. En azından tartışmasız bir karara varabilmiş değil. Peki kutsal kitaplardan edinebileceğimiz bilgiler nelerdir? Bu noktada Bilim ile Din’i çatıştırma yada kıyaslama yapmayacağız. Hem Bilimden hem de Din’i ilimden elde edeceğimiz bulgularla mantık yürüteceğiz.
Kutsal kitaplar, özellikle de Kur-an’ı Kerim, şüphesiz hem dünya hem insan ile ilgili pek çok bilgi ve bulgu sunuyor. Bilimin, bilginin ve tarih bilincinin çok kısıtlı olduğu bu dönemlerde, Kur-an’ı Kerim’in hem dünyanın hem dünya üzerinde yaşayan canlılar hakkında pek çok bilimsel bulgu sunuyor olması hepimiz için şaşırtıcı ve ibret verici kabul edilir.
Atmosferin katmanlarını, hücrenin yapısını, evrenin tasarımını ve henüz yakın zamanlarda ulaşabildiğimiz bilimsel verilere, günümüzden 1400 yıl önce “Anlayabileceğimiz bir dille” bize sunulmuş olması, insanlığın varoluşu ile ilgili ipuçlarını araştırırken de faydalı olabilecek bilgilere sahip olabileceğini düşündürüyor.
Kur-an ve tahrife uğramış olsa bile İncil ve Tevrat,bize insanlığın varoluşu hakkında belli noktalarda net bilgiler veriyor. Kur-an, insanın bir “çamurdan bir hülasadan” yaratıldığını ifade ediyor. Bu ifade de hülasa, cümle içindeki anlamı itibariyle süzülmüş, özetlenmiş, kaynak olarak kullanılmış gibi anlamlarla ifade ediliyor. Tefsirlerden yorumlayabildiğimiz kadarıyla İnsanoğlunun, bir çamurun içerisindeki ilahi bir kıvılcımla ortaya çıktığı anlaşılıyor.
Evrim teorisinin bu konu hakkındaki tezi, canlı türlerini oluşturan ilk hücrenin su ile toprağın birleştiği bir noktada oluşan bir hücreden meydana geldiğini, bu hücrenin denizde canlı türlerinin oluşumunu sağladığını, sonrasında canlıların sudan çıkarak diğer türleri oluşturduğunu savunur. Bu bakış açısı kimi din adamlarının Evrim teorisi ile Kuran’ın örtüştüğünü, aynı oluşumu anlattığını savunur.
Nitekim, Kur-an, maddi ve şekil olarak bir tarifte bulunmadığından, belirtilen bu ipucunun şekil olarak anlaşılması pek mümkün olmamaktadır. Zira din kitaplarına biyoloji yada benzeri bir konsantre bilim kitabı olarak bakmak yanlış olacaktır. Elbette Kur-an bize anlayabileceğimiz nispette bir özet bilgi veriyor. Biz bu bilgiyi ipucu olarak kullanıp merakımızı gidermeye çalışacağız.
Hem bilimin, hem Kur-an’ın bize sunduğu ipuçlarıyla elde ettiğimiz bulgu, çok net olmamakla birlikte kaynak olarak kullanabileceğimiz bir ortak sonuç ortaya koyuyor. İlk insanın tek bir noktada oluştuğu, bu insanın çoğalarak diğer insan topluluklarına temel teşkil ettiği kabul edilebilir bir gerçek. Paleontolojik çalışmalarda elde edilen ilk insanlara ait bilgiler, günümüzden 100 Bin yıl öncesine ait. Yani ulaşabildiğimiz en eski insan toplulukları bizden 100 Bin yıl önce yaşamıştır diyebiliriz.
İlk insanın ortaya çıktığı bölge halen tartışma konusu. Bu konuda bilim çevreleri, yine elde edilen paleontolojik çalışmalarla insana ait en eski buluntuların Güney Afrika’da olduğunu belirtiyor. Diğer bölgelerde var olduklarına ait fosil bulguları bulunmamış olsa da Güney Afrika’ya sonradan göç etmiş olduklarını kabul etsek bile, buzul çağının etkisi altında bulunan kuzey bölgelerinde yaşam şartlarının zorluğu, diğer insanların yok olmuş olabileceğine yada sayılarının azlığı nedeniyle varlıklarının insanoğlunun göç hareketleriyle oluşan popülasyona bir katkı sağlamadığı görüşü daha ağır basıyor. Bu noktada karşımıza iki olasılık çıkıyor. İnsanoğlu ya Asya’da ortaya çıktı, bir bölümü Afrika’ya göç etti ve buradan Dünya’ya yayıldı ya da zaten Afrika’da ortaya çıkmıştı.
Sonuca varacak olursak, insanoğlu günümüzden 100 Bin yıl önce ortaya çıkarak Afrika’dan Kızıldeniz’i geçerek Arap yarımadasına, oradan da tüm dünyaya yayıldılar. Buzul çağının halen devam ettiği bu dönemde sayılarının birkaçbin’i geçmediği düşünülen ilk insanlar, yaşam imkanlarının daha geniş olduğu bölgelere göç etmiş, sayıca çoğalarak toplumları, milletleri ve kültürleri ortaya çıkartmışlardır.
Paleotik Çağ (M.Ö. 100.000 / M.Ö. 10.000)
İnsanoğlunun dünyayı mesken edindiği, farklı coğrafyalara yayıldığı ve Dünya toplumlarının temel unsurlarını oluşturduğu Paleotik dönem, yazılı kayıtların olmayışı ve sert iklim koşullarının ortaya çıkarttığı zorluklar nedeniyle yeteri kadar aydınlatılamıyor. Bu nedenden ötürü Tarihçiler bu döneme karanlık ve kayıtsız tarih adını veriliyor. On binlerce yıldan oluşan bu tarih dilimi, insanlığın temellerinin atıldığı bir dönem olmasının yanında en bilinmeyenli dönem unvanını da fazlasıyla hak ediyor.
İki buçuk milyon yıl önce başlayıp, 600 bin yıl önce zirve noktasına ulaşan buzul çağı, 100 Bin yıl önce ısınmaya başlamış ve nihayetinde 10 Bin yıl önce tamamen sona ermişti. Sert iklim değişiklikleri nedeniyle insanoğlunun yayılıp çoğalmasına engel olan buzullarla dolu kuzey coğrafyası, insanoğluyla birlikte diğer canlılarında çoğunu Afrika steplerine hapsetmişti. Doğa koşullarıyla birlikte vahşi ve yırtıcı hayvanlarla da mücadele etmek zorunda olan insanoğlu, zorlu yaşam mücadelesini sürdürdüğü coğrafyada uzun süredir varlığını sürdürmekteydi.
Paleotik çağı yaşayan ilk insanlar gırtlak sesleriyle konuşarak anlaşabiliyordu. Birbirleriyle iletişim kurabilen, plan yapabilen, küçük topluluklar halinde hareket edebilen bu insanlar henüz sayıları çok azken kabile düzeni sayılamayacak küçük topluluklar halinde mağara ve doğal zorluklardan korunaklı bölgelerde bir arada yaşamaktaydılar. Sayıları ancak binlerle ifade edilen bu topluluk, zaman içerisinde doğal imkanlardan daha fazla faydalanmak amacıyla kuzey bölgelerine doğru hareket etmeye başladılar. İlk insanlar ilk kez ayrılıyor ve bölünüyordu. Zira aynı coğrafyada sıkışarak yaşamak, kısıtlı doğal imkanları paylaşmakta zorluklara neden oluyordu.
Biyolojik olarak tam anlamıyla birbirlerine benzeyen bu topluluk, ilerleyen zaman dilimlerinde küçük hareketlerle kuzey bölgelerine doğru ilerlemeye başladılar. Bu ilerleme yaklaşık olarak 30 bin yıl kadar devam etti. Halen kuzey bölgeleri ağır buzul ikliminden tamamen kurtulabilmiş değildi. Bunun yanında Güney Afrika ılıman ve yağmurlu iklimine sahipti. Kuzeye doğru gerçekleşen bu ilk göç hareketi 70 Binli yıllara kadar sürdü.
Kuzey bölgeleri buzul çağının etkisinde, güney bölgeleri ise ılıman ve yağmurlu iklime sahipti ancak Afrikanın kuzey bölgesi Çöl halindeydi. Ağır karasal iklim, bu topluluğun kuzeye doğru göçünü imkansız hale getirmişti. Göç hareketinin, denize paralel olarak Afrikanın doğusundan yukarı doğru ilerleyişi Kızıl Deniz sahillerinde son buldu. Kavurucu çöl sıcaklarıyla baş edemeyecek olan bu ilk ilkel insanlar, kendilerine çıkış yolu olarak Arap yarım adasını buldular.
Arap yarım adası ile Afrika kıtaları arasındaki en yakın nokta, bugün Cibuti olarak anılan Afrika ülkesi ile Yemen arasında bulunan, Aden körfezi ile Kızıl Denizi ayıran darboğaz alandır. Bu alan, günümüzde yaklaşık olarak 30 Km. civarında bir mesafede bulunur. 70 Bin yıl önce halen devam eden buzul çağının etkisiyle suların daha sığ olduğunu düşünecek olursak, tahminlere göre bu mesafe birkaç kilometre kadardı ve çok daha sığdı. İlk Afrikalı insanlar, bu sığ deniz geçidinden geçerek, Kızıl Deniz’i aşıp yeni bir Kıtaya ayak basmış oldular. Paleotik Çağ’daki dönüm noktası olan bu göç hareketi, Afrikalı ilk insanların Dünyaya yayılmasında kilometre taşı kabul edilir.
İnsanoğlu için yeni bir dönem başladı. 70 Bin yıl önce gerçekleşen bu göç hareketi ile ilk insanların bir bölümü Afrika’da kalmış, göç hareketine girişen diğer bölümü Arap yarım adasına ayak basmıştır. Yapılan araştırmalar, Afrika’nın kuzeyinde olduğu gibi Arap yarım adasının güneyinde de ağır çöl ikliminin bulunduğunu ortaya koyuyor.
Arap Yarım adası, bugün olduğu gibi bundan 70 Bin yıl önce de Çöl iklimine sahipti. Bu konu üzerinde uzun süre çalışmalar yapan Paleontologlar, tutarlı bir dayanak bulunamayan bu tezden vazgeçmeyi bile düşündüler. Ancak yakın zamanda yapılan araştırmalar çok ilginç sonuçlar ortaya çıkarttı. Göç hareketinin gerçekleştiği bölgede yapılan kazı çalışmaları, bu bölgelerde küçük tatlı su kaynakları olduğunu ortaya çıkarttı. Üstelik bu bölgelerden göç eden topluluklara ait kalıntılara da ulaştılar. Böylelikle ilk insanların Afrikadan Arap yarımadasına çıktığı kesin olarak tespit edilmiş oldu.
Arap yarım adasının güneyinden, bugünkü yemen sahillerinden devam eden göç hareketi, kuzeydeki çöl iklimine rağmen sahil boyunca seyrekte olsa bulunabilen tatlı su kaynakları ile mümkün olabildi. Yemen sahilleri boyunca ilerleyen topluluklar, ağır çöl ikliminin hakim olduğu coğrafyada tam anlamıyla bir vaha ile karşılaştılar. Bugün Dahar Vadisi olarak anılan bölge, bundan 70 Bin yıl önce, Arap denizindeki hava akımları sonucu oluşan küçük çaplı bir iklimin etkisindeydi.
Etrafı çöllerle kaplı olan bu bölge, muson rüzgarlarının ortaya çıkarttığı küçük çaplı iklimin etkisiyle bolca yağmur alıyordu. Etrafı çöl iklimiyle çevrili olan vadi, aldığı yağmurların etkisiyle geniş bitki ve hayvan çeşitliliği ile yaşam için fevkalade ideal bir bölge oluşturmuştu. İlk insanlar, daha önce karşılaşmadıkları bu fevkalade çeşitlilikteki bölgeye yerleşerek ve doğal kaynakların sağladığı imkanlarla bu bölgeyi uzun süre mesken tutarak hızla çoğaldılar. Öyleki bulundukları bölgeyi dolduran insanlar, zaman içerisinde göç etme ihtiyacı hissederek arap yarım adasının sahillerinden doğuya doğru yeni göç hareketleri başlattılar.
İlk insanın dünyaya yayılışını bu noktaya kadar adım adım takip edebildik. Afrika’da ortaya çıkan ilk insan toplulukları önce kuzeye, sonra Arap yarım adasına çıktılar, Yemen sahilleri boyunca ilerleyerek Dahar Vadisine ulaştılar. Yaşanabilir tabiatın etkisiyle hızla çoğalarak sayıları artan bu insan toplulukları için artık belirli bir güzergah olmayacaktır.
Arap yarım adasının güneyinden sahil boyunca devam eden göç hareketiyle önce Asya’ya, sonra dünyanın pek çok farklı bölgesine dağınık şekilde göç hareketleri başlatan ilk insanlar, hızla çoğalmaya ve yayılmaya başladılar. Böylece Yerküre, İnsanoğlu ile tanıştı.
Farklı coğrafyaların, farklı iklim koşullarının, farklı güneş ışın açılarının, topraktaki farklı radyoaktivitelerin tesiriyle genetik olarak farklılaşan İnsan toplulukları, dağıldıkları coğrafyalarda kendilerine has genetik ve fiziki görünümlere ayrılmış ve insanlığın temelini teşkil eden ilk etnik unsurları ortaya çıkartmış oldular. İlk dönemlerinde gırtlak sesleriyle anlaşan insanlar, çoğalarak iletişim kurmaya başlamış, gırtlak seslerinden dil ve dudak seslerine geçerek dilleri oluşturdular.
Bu lisanlar topluluklar arasındaki mesafelerin etkisiyle ayrı ayrı geliştiği için ayrı ayrı diller meydana gelmiş oldu. Dilleri ayrılan insanlar, haliyle iletişim güçlükleri sebebiyle ayrışarak etnik unsurlar haline geldiler. Sayıları hızla artan insanoğlu, uzun süre bir arada yaşayarak kendi yaşayış tarzlarını ve kendi kültürlerini oluşturdular.
17 Mayıs 2018 Perşembe
2. İnönü Savaşı (Kısaca)
Londra Konferansı’nın barış önerilerinin TBMM Hükümeti’nce
reddedilmesi üzerine, İtilaf Devletleri’nin isteklerini zorla Türklere kabul
ettirmekle görevlendirilen Yunanlılar, Bursa üzerinden Eskişehir’e, Uşak
üzerinden Afyon’a doğru 23 Mart 1921'de saldırıya geçtiler. Yunanlılar,
Bilecik’i, İnönü’de Metris Tepe’yi ve Uşak’ı ele geçirmeleri üzerine, TBMM
Muhafız Taburu cepheye gönderildi.
Böylece güçlenen Türk kuvvetleri karşı saldırıya geçerek Yunan saldırısını püskürttü. Batı Cephesi Komutanı İsmet Bey’in savaş süresince verdiği “mevzilerin kesin olarak savunulması” emri başarının elde edilmesinde etken oldu.1 Nisan 1921’de Yunan ordusu Bursa’ya çekilmeye başladı. Böylece Yunanlılar İnönü’de ikinci kez yenildiler.
Sonuç:
TBMM Hükümeti varlığını bütün Avrupa devletlerine, resmen olmasa da kabul ettirdi; içte ve dışta nüfuz ve saygınlığı yükseldi.
2. İnönü Savaşı
Avrupa ülkelerinde, İngiliz ve Yunan politikasına karşı güvensizlik ve muhalefet başladı.
Ordu mensuplarında, her bakımdan kendilerine güven arttı.
Bu durum karşısında, Fransızlar Zonguldak’tan, İtalyanlar Güney Anadolu’dan çekilmek zorunda kaldılar.
Türk ordusunun kazandığı zaferler, İtilaf Devletleri’ni Türkler hakkında yararlı kararlar almaya zorladı.
II.İkinci İnönü Muharebesi’nin kazanılmasından, Sovyet Rusya ve Afganistan gibi dost devletlerde büyük bir memnunluk duyulmuş ve bu resmen Türk hükümeti’ne bildirilmiştir.
Böylece güçlenen Türk kuvvetleri karşı saldırıya geçerek Yunan saldırısını püskürttü. Batı Cephesi Komutanı İsmet Bey’in savaş süresince verdiği “mevzilerin kesin olarak savunulması” emri başarının elde edilmesinde etken oldu.1 Nisan 1921’de Yunan ordusu Bursa’ya çekilmeye başladı. Böylece Yunanlılar İnönü’de ikinci kez yenildiler.
Sonuç:
TBMM Hükümeti varlığını bütün Avrupa devletlerine, resmen olmasa da kabul ettirdi; içte ve dışta nüfuz ve saygınlığı yükseldi.
2. İnönü Savaşı
Avrupa ülkelerinde, İngiliz ve Yunan politikasına karşı güvensizlik ve muhalefet başladı.
Ordu mensuplarında, her bakımdan kendilerine güven arttı.
Bu durum karşısında, Fransızlar Zonguldak’tan, İtalyanlar Güney Anadolu’dan çekilmek zorunda kaldılar.
Türk ordusunun kazandığı zaferler, İtilaf Devletleri’ni Türkler hakkında yararlı kararlar almaya zorladı.
II.İkinci İnönü Muharebesi’nin kazanılmasından, Sovyet Rusya ve Afganistan gibi dost devletlerde büyük bir memnunluk duyulmuş ve bu resmen Türk hükümeti’ne bildirilmiştir.
16 Şubat 2018 Cuma
Medeniyetler Tarihi Kronolojisi
- Abazaların Tarihi
- Abbasiler Dönemi
- Altınordu Devleti Tarihi
- Artuklular Beyliği
- Attila'nın Hayatı
- Augustus Dönemi
- Avarlar Tarihi
- Aydınoğulları Beyliği
- Babür İmparatorluğunun Tarihi
- Bambaralar Kimlerdir?
- Bilge Kağanın Hayatı
- Bizans İmparatorluğu Tarihi
- Büyük İskender İmparatorluğu
- Cengiz Han Hayatı
- Dandanakan Savaşı Tarihi
- Danişmendliler Beyliği
- Deniz Kavimleri Olayı
- Dulkadiroğulları Beyliği
- Dürziler Kimdir?
- Ege ve Yunan Medeniyetleri
- Eski Türklerde Adsız
- Eski Yunan Tarihi
- Farnklar ve Clovis
- Fenikelilerin Tarihi
- Feodalite Nedir?
- Frigya Uygarlığı
- Galya ve Galyalılar
- Gaznelilerin Tarihi
- Germenlerin Tarihi
- Germiyanoğulları Beyliği
- Gronikos Çatışması
- Göktürklerin Tarihi
- Harzemşahlar Devleti
- Hazarların Tarihi
- Haçlı Seferlerinin Tarihi
- Hitit Mimarisi
- Hititlerin Tarihi
- Hunların Tarihi
- Kapadokya Tarihi
- Karahanlılar Dönemi
- Karamanoğulları Tarihi
- Kavimler Göçünün Tarihi
- Keltlerin Tarihi
- Kleopatranın Hayatı
- Kommagene Krallığı
- Lelegler
- Lidya Uygarlığı
- Marcus Tillius Cicero
- Maya Takvimi
- Mengüçoğulları Beyliği
- Menteşeoğulları Beyliği
- Metropolis Antik Kenti
- Mezopotamya Medeniyeti
- Milasın Tarihi
- Mısır Medeniyeti
- Osmanoğulları Beyliği
- Oğuzların Tarihi
- Perikles Dönemi
- Ramazanoğulları Beyliği
- Romalıların Tarihi
- Saltuklular Beyliği
- Sezarın Hayatı
- Tapınak Şövalyeleri
- Teodora Kimdir?
- Timur İmparatorluğu
- Türk Devletlerinin Tarihleri
- Urartuların Tarihi
- Uygurların Tarihi
- Vikinglerin Tarihi
- Zigguratlar
- İasos Antik Kenti
- İbranilerin Tarihi
- İskenderiye Şehri
- İzmir ve Efes Beylikleri
11 Şubat 2018 Pazar
Müslüman-Türk Devletlerinde Kültür ve Uygarlık
Hükümdar ve Saray
Devlet hanedanın ortak malı
olarak kabul edilirdi.
Bu durum hükümdarın ölümünden
sonra taht kavgalarına sebep olur, devleti zayıflatırdı.
Bazı Türk-İslam Devletleri'nde
hükümdar, Sultan sanını kullandı.
İlk Türk-İslam Devletleri'nde
hükümdar tahta çıkınca Abbasi halifelerinin tasdiğini
istedi.
Merkez Teşkilatı
Hükümet, Divan-ı Saltanat
denilenBüyük Divan'dan meydana gelirdi.
Divanın başkanı
hükümdardı.
Selçuklular bu kurumu
Abbasilerden almışlardır.
Büyük Divan'a bağlı olan dört
divan şunlardı:
İstifa Divanı; Mali işlerle
ilgilenen divandır. Başkanlığını müstevfi yapardı.
Tuğra Divanı; Devletin
yazışmalarının yapıldığı divandır.
İsraf Divanı; Mal işlerin
yolunda gidip gitmediğini kontrol eden divandır. Başkanına müsrif
denirdi.
Divan-ı Arz; Ordu ve asker
maaşları ile ilgilenen divandır.
Taşra Teşkilatı
Başkent dışındaki idari
birimlere vilayet denirdi.
Vilayetlerin başında şehzadeler
veya vali statüsünde naipler bulunurdu.
Anadolu Selçuklularında üç tip
vilayet bulunurdu.
Meliklerin yönettiği
vilayetler; bunlar hanedan tarafından gönderilen meliklerin doğrudan hükümdara
bağlı olduğu vilayetlerdi.
Divan Dairesi vilayetleri;
yönetimi divana ait olan vilayetlerdi.
Bizans sınırında bulunan
vilayetler;
Başında uç beyi denilen sınır
koruyucu beylerin bulunduğu vilayetlerdi.
Hukuk
İslamiyet'in kabulü ile hukuk
kuralları değişikliğe uğradı, Türk töresi ile İslami kurallar bir sentez haline
getirildi.
Adli teşkilat; Şeri Yargı ve
Örfi Yargı olmak üzere ikiye ayrılırdı.
Şer'i Yargı; kadıların
başkanlığındaki mahkemeler tarafından yürütülürdü.
Örfi Yargı; vergilere, askeriye
ile, ikta sahipleri ve ticarete ilişkin kanunlarla
ilgilenirdi.
Hükümdarların halkın
şikayetlerini dinlemek amacıyla düzenlediği Mezali Divanları da
görülürdü.
Askeri davalara kadı askerler
denilen kadılar bakardı.
Ordu
İlk Türk-İslam Devletleri'nde
ordu Türkmenlerden oluşurdu.
Karahanlılarda ordu Hassa
ordusu, Eyalet askerleri ve Türkmen kuvvetleri olmak üzere üç bölüme
ayrılmıştı.
Selçuklularda, Karahanlılar'dan
farklı olarak ikta askerleri, bağlı devletlerin askerleri ve gönüllü askerler
vardı.
Hassa Ordusunda, askerlik için
ayrılan çocuklar belirli merkezlerde yetiştirilir, sultanlar Hassa Birliklerini
burada yetişen askerler arasından seçerlerdi.
Eyalet askerleri; Şehzadelerin
ve valilerin yönetimindeki askerlerdi.
Türkmen birlikleri; Göçebe
Türkmen boylarının savaş anında orduya katılmaları ile oluşan
birliklerdi.
Toprak Yönetimi
Devlete ait ve miri arazi
olarak adlandırılan topraklar dört bölüme ayrılmıştı.
Has arazi ; Geliri hükümdara
ait olan arazilerdi.
İkta arazi; Gelirlerine göre
önemli devlet görevlilerine dağıtılan arazilerdi.
Mülk arazi; Başarılı devlet
adamlarına verilen arazi idi. Bu topraklara sahip olanlar toprak hakkında her
türlü tasarrufa sahipti.
Vakıf arazi; İlmi ve sosyal
kuruluşların masraflarını karşılamak amacıyla bu kuruluşlara tahsis edilen
arazilerdi.
Haraci arazi; Müslüman olmayan
halka ait arazilerdi.
Din
İslamiyet'in kabulünden sonra
İslam dinini yaymak için önemli çalışmalar yapmışlardı.
İslamiyet'te gaza denilen
Müslüman olmayan ülkelere yönelik savaşlar ile önemli fetihler
gerçekleştirmişlerdi.
İslam dini ile İslamiyetten
önceki kültürlerin birleşmesi ile Babalik, Bektaşlik, Ekberilik ve Mevlevilik
gibi çeşitli tarikatlar oluşturulmuştu.
İslamiyeti yaymak amacıyla
eserler yazılmış, Kur'anı'ın yayılması amacıyla çalışmalar
yapılmıştı.
Ekonomik Haya
Tulunoğulları ve Akşidler, doğu
ve batı ticaret yolları arasında oldukları için ticarette oldukça
gelişmişti.
Eyyubiler ve Memlüklüler'de ise
Mısır'la ticaret çok gelişmişti.
Memlüklüler döneminde Trablus,
Şam, İskenderiye, Dimyat, Yafa ve Akka önemli ticaret merkezleri haline
geldi.
Ümit Burnu'nun buluması ile bu
ticaret merkezleri önemini yitirdi.
Gazneliler, Hindistan
topraklarını ele geçirerek ekonomilerini canlandırmıştı.
Büyük Selçuklular'da, Orta Asya
ve Hindistan'dan gelen ticaret yollarının geçmesi ülkeyi zengin bir hale
getirmişti.
Anadolu Selçuklu Devleti,
ticaret yolları üzerinde yaptığı vakıf kuruluşları, han ve kervansaraylarla
ticari alanda gelişmişti.
Sosyal Hayat
Türk-İslam Devletleri'nde
göçebe bir hayat görülmüş, göçebecilikten dolayı hayvancılık
gelişmişti.
Yerleşik hayata geçildikçe
köylerde oturanlar tarımla, şehirlerde yaşayanlar ise ticaret ve el sanatlarıyla
uğraşmışlardı.
Şehirlerde ticaretle uğraşanlar
Ahi teşkilatını oluşturmuşladı.
Anadolu Selçukluları zamanında
Türkler zengin ve mutlu bir hayat sürmüşlerdi.
Bilim
Türk İslam Devletleri'nde
medreseler bilim merkezi idi.
Büyük Selçuklu Devleti
zamanında, dünyanın ilk üniversitesi olarak kabul edilen Nizamiye Medresesi
yapıldı.
Medreselerde Kur'an, hadis,
kelam, fıkıh, Arap dili ve edebiyatı, matematik, mantık geometri ve tarih
okutulurdu.
Önemli bilim adamlarının
başlıcaları; Farabi, Biruni, İbn-i Türk, İbn-i Sina, Gazali, Ömer
Hayyam'dır.
Sanat
Türk-İslam devletlerindeki
sanat eserlerinde mimari ağırlıkta idi.
Türk-İslam Devletleri
tarafından yapılan ve günümüzde hala ayakta duran sanat eserlerinden bazıları
şunlardır:
Tulunoğlu
Camii
Baybars
Camii
Mescid-i
Cuma
Sultan Sencer
Türbesi
Alaaddin
Camii
Burmalı
Minare
Orta Asya ve Yakın Doğu'da kurulan Diğer Müslüman Türk Devletleri
Diğer Müslüman Türk Devletleri
Fatimiler
Şii Müslümanlar tarafından 969
yılında Tunus'ta kuruldu.
969 yılında Mısır'ı alarak
Akşid devletine son verdiler.
Abbas halifesine saldırılarda
bulunması üzerine Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey tarafından Suriye'den
çıkarıldılar.
Haçlı saldırılarına karşı
koyamayan Fatimiler, 1171 yılında Selahaddin Eyyubi tarafından
yıkıldı.
UYARI : Batıni mezhebinden olan
Fatimilerin 972'de kurdukları El-Ezher medresesi dönemin en önemli eğitim
kuruluşudur.
Eyyubiler
Mısır'da, 1174 tarihinde
Selahaddin Eyyubi tarafından kuruldu.
Selahaddin Eyyubi, Filistin,
Suriye, Irak ve Yemen'i fethetti.
Selahaddin Eyyubi, Haçlılarla
büyük savaşlar yaptı.
Haçlıların elinden Kudüs'ü geri
aldı.
Eyyubi Devleti, 1250 yılında
Kölemen komutanlarından Aybeg tarafından yıkıldı.
Memlük Devleti
1250 tarihinde Aybeg Türkmeni
tarafından Mısır'da kuruldu.
Haçlılar ve Moğollarla büyük
mücadeleler yaptılar.
Abbasi halifeliğinin
koruyuculuğunu üstlendiler.
Ayn-ı Calud Savaşı ile Memlük
hükümdarı Baybars, Mısır ve Avrupa'yı Moğol istilasından
kurtardı.
Hicaz, Filistin ve Suriye'de
egemen olna Memlüklüler bahrat yolu ticaretini ele geçirerek ekonomik yönden güç
kazandı.
Anadolu üzerindeki emelleri
nedeniyle Osmanlılarla uzun süre mücadele ettiler.
Memlüklüler, Yavuz Sultan
Selim'in Mısır seferi sırasında yapılan Merc-i Dabık ve Ridaniye Savaşları
sonunda yıkıldı.
UYARI : Hükümdarlığın veraset
yoluyla geçmediği tek Türk devletidir. Memlük Sultanları komutanlar arasından
seçimle gelirdi.
Harzemşahlar
Merkez Gürgenç olmak üzere 1097
tarihinde Atsız tarafından kuruldu.
Moğol saldırıları sonucunda
zayıfladılar.
Anadolu Selçukluları ile
1230'da yaptıkları Yassı Çimen Savaşı'nda yenildiler.
Moğol istilası sonrasında
topraklarını terkedip Selçuklulara sığındılar.
UYARI : Selçuklulara bağlı
atabeylerden imparatorluğa dönüşen tek devlettir.
Moğol İmparatorluğu
1196 yılında Temuçin, yani
Cengiz Han tarafından başkent Karakurum olmak üzere
kuruldu.
Cengiz Han 1227 yılında
öldü.
Cengiz Han ölmeden önce eski
bir Türk geleneğine uyarak topraklarını oğulları ve torunları arasında
paylaştırdı.
UYARI : Moğollar (Cengiz
Han)
Altınorda Hanlığı İlhanlılar
Çağatay Hanlığı Kubilay Hanlığı
(1256 - 1502) (1256-1335) (1227
- 1370) (1206-1368)
(Hazar Denizi'nin (İran ve Doğu
(Türkistan) (Çin) Kuzeyinden Kırım'a
Anadolu)
kadar uzanan
topraklar)
Timur İmparatorluğu
Timur tarafından 1335 yılında
Semerkant merkez olmak üzere kuruldu.
1401 yılında Karakoyunlu
Devleti'nin topraklarının büyük bir kısmını ele geçirdi.
Karakoyunlu Hükümdarı Kara
Yusuf'un Osmanlı Devleti'ne sığınması üzerine Anadolu'ya
girdi.
1402 yılında Çubuk Ovası'nda
Osmanlı Devleti ile Ankara Savaşı'nı yaptı ve Yıldırım Bayezıt'ı
yendi.
Timur'un ölümünden sonra devlet
parçalandı.
UYARI : Bu dönem, ticaret ve
bilimde özenli gelişmelerin olduğu bir dönemdir. Astronomi alalında Uluğ Bey,
Edebiyat alanında Ali Şir Nevai ve Matematik alanında Ali Kuşçu gibi ünlü
isimler yetişti.
Türkiye Tarihi
Malazgirt Savaşı (1071) ile
başlayan ve bugünkü sınırlarımız üzerinde, Türklerin kurduğu devletlerin
tamamının birden oluşturduğu Türkiye Tarihi'nin ilk bölümünü ilk Türkmen
Beylikleri oluşturur.
Anadolu'da İlk Türk Beylikleri
Danişmentliler
Danişmentliler 1080 yılında
Sivas merkez olmak üzere kuruldu.
Kurucusu Melikşah'ın
komutanlarından Danişmentoğlu Ahmet Gazi'dir. Bizanslılar'a ve Haçlılara karşı
mücadele etmişlerdir.
Danişmenliler'in varlığına 1178
tarihinde Anadolu Selçuklu hükümdarı II. Kılıç Arslan son
vermiştir.
Saltuklular
Saltuklular, 1072'de Erzurum
merkez olmak üzere kurulmuştur. Kurucusu Alp Arslan'ın komutanlarından Ebulkasım
Saltuk'tur. Haçlılar ve Gürcülerle mücadele etmişlerdir. Saltukluların varlığına
1202'de Anadolu Selçuklu hükümdarı Rükneddin Süleyman Şah son
vermiştir.
Mengücekliler
Mengücekliler, 1080 tarihinde
Erzincan merkez olmak üzere kurulmuştur. Kurucusu Alp Arslan'ın komutanlarından
Mengücek Gazi'dir. Gürcülere ve Rumlara karşı mücadele etmişlerdir.
Mengüceklerin varlığına 1228 tarihindeAnadolu Selçuklu Hükümdarı Alaaddin
Keykubat son vermiştir.
Artuklular
Artuklular, 1102'de Harput,
Diyarbakır, Halep ve Mardin civarında kurulmuştur. Bu beyliğin Hasankeyf kolu
1102'de Diyarbakır'da kurulmuştur ve 1231'de Eyyubiler tarafından
yıkılmıştır.
Diğer kolu olan Harput kolu
1112'de Harput'ta kurulmuştur ve 1234'te Anadolu Selçuklu Devleti tarafından
yıkılmıştır. Diğer bir kolu olan Mardin kolu ise, 1108'de Mardin'de kurulmuştur
ve 1409'da Karakoyunlular tarafından yıkılmıştır.
Çaka Beyliği
Çaka Bey Devleti 1081 tarihinde
İzmir'de kurulmuştur. Kurucusu Çaka Bey'dir. İlk denizci Türk devleti olan bu
beylik bazı Ege Adaları'na sahip olmuştur. Beyliğin kurucusu Çaka Bey,
İstanbul'u kuşatmak isteyince, Bizans'ın kışkırtmaları sonucu I. Kılıç Arslan
tarafından öldürtülmüştür. Çaka Beyliği 1093 tarihinde Bizans tarafından
yıkıldı. Böylece Batı Anadolu'dakiilk Türk egemenliği sona ermiş
oldu.
Anadolu Selçuklu Devleti
Kuruluş Devri
Büyük Selçuklu Hükümdarı
Melikşah tarafından Anadolu hükümdarlığına tayin edilen Kutalmış'ınoğlu Süleyman
Şah tarafından 1077 tarihinde kuruldu.
Büyük Selçuklular'a bağlı olan
bu devletin başkenti İznik idi.
Süleyman Şah, halife tarafından
onaylanarak "Sultan" ünvanı ile şereflendirildi.
Süleyman Şah Dönemi
1077 tarihinde Anadolu Selçuklu
Devleti'ni kurdu.
İlk önce Konya, Afyon,
Kütahya'yı alarak İznik'e kadar ilerledi.
Tarihte ilk kez Boğaz'ın
Anadolu yakası Türkler tarafından kontrol altına alındı.
1086 yılında yapılan Habur
Savaşı'nda Suriye Selçuklu hükümdarı Tutuş'a yenildi ve
öldü.
UYARI : Boğazın Anadolu yakası
ilk defa kontrol altına alınmış ve Boğaz'dan geçen gemilerden gümrük
alınmıştır.
I. Kılıç Arslan Dönemi
Malikşah'ın ölümü üzerine
Berkyaruk, Süleyman Şah'ın oğlu Kılıç Arslan'ı 1092'de Anadolu hükümdarlığına
tayin etti.
1096 yılında başlayan I. Haçlı
Seferi'nde, İznik ve Batı Anadolu Bizanslılara verildi.
UYARI : Bu durum Bizans'ın
işine gelmiş, Türklere karşı savunmayı bırakıp taarruza
geçmiştir.
I. Kılıç Arslan, 1107 tarihinde
Büyük Selçuklularla yaptığı savaşta Habur Irmağı'nda boğularak
öldü.
UYARI : İznik 'in kaybedilmesi
üzerine devletin merkezi Konya'ya taşınmıştır. Bu durum Türkler'in Batı'ya
ilerleyişini bir süre engellemiştir.
I. Mesud Dönemi
1116 tarinde Aadolu Selçuklu
Devleti'nin başına geçti.
Bir süre Danişmentlilere bağlı
olarak hareket etmek zorunda kaldı.
1147 tarihinde II. Haçlı seferi
başladı. Haçlılar bozguna uğratıldı.
Sultan I. Mesut 1155 tarihinde
vefat etti.
UYARI : Anadolu'daki ilk
bayındırlık ve kurumlaşma hareketleri bu dönemde
başlamıştır.
II. Kılıç Arslan Dönemi
I. Mesut'un 1155 tarihinde
ölümü üzerine oğlu II. Kılıç Arslan başa geçti.
1176 tarihinde Miryakefalon'da
Bizanslılar bozguna uğratıldı.
UYARI : Bir daha Anadolu için
"Türkler'in işgali altındaki ülke" deyimi kullanılmadı.
Miryakefalon'dan sonra
Türkler'in Anadolu'ya yerleşmesi kesinleşti.
1178 tarihinde Danişmenliler
Beyliği'ne son verildi.
II. Kılıç Arslan, 1192 yılında
öldü. Selçuklu tahtına Gıyaseddin Keyhüsrev geçti.
Süleyman Şah Dönemi
Rükneddin Süleyman, 1192
tarihinde tahta geçen Gıyaseddin Keyhüsrev'i tanımayarak, 1196 tarihinde başa
geçti.
Bizans'ı vergiye bağladı,
Çukurova Ermenilerini Torosların güneyine çekilmeye zorladı.
Saltuklu Beyliği'ne son verdi.
Süleyman Şah, 1204 tarihinde öldü.
UYARI : Bu tarihten itibaren
Anadolu Selçukluları Gürcülerle komşu oldu.
I. Gıyaseddin Keyhüsrev Dönemi
Süleyman Şah'ın 1204 yılında
ölümü üzerine tahta Gıyaseddin Keyhüsrev yeniden geçti.
Karadeniz seferi sonunda
Trabzon Rum Devleti'ni yendi.
Akdeniz seferi sonunda
Antalya'yı aldı.
UYARI : Anadolu Selçukluları
ilk kez Akdeniz'e indi. Antalya ithalat ve ihracat yapılan yer haline geldi.
Ticareti geliştirmek amacıyla Venedik'le ilk defa ticaret anlaşması
yaptı.
İlk defa bir ticaret anlaşması
Venediklilerle bu dönemde yapıldı.
Gıyaseddin Keyhüsrev 1211
tarihinde öldü.
I. İzzeddin Keykavus Dönemi
Gıyaseddin Keyhüsrev'in 1211
yılında ölmesi üzerine tahta geçti.
Trabzon Rum İmparatorluğu'nu
yenerek Sinop'u fethetti.
Böylece Anadolu Selçukluları
ilk defa Karadeniz'e ulaştı.
Kıbrıs Krllığı ve Venedik
Cumhuriyeti ile ticaret antlaşmaları imzaladı.
I. İzzettin Keykavus 1220
yılında öldü.
Alaaddin Keykubat Dönemi
İzzettin Keykavus'un 1220
yılında ölümü üzerine tahta geçti.
Kırım'a bir donanma göndererek
Kırım'ın Suğdak Limanı'nı fethetti.
UYARI : Anadolu Selçuklu
Devleti böylece ilk deniz aşırı sefer yapmış oldu. Karadeniz ticareti tam
güvenliğe kavuştu.
1228'de Mengücek Beyliğine son
verdi.
1230 tarihinde Yassı Çimen
Savaşı'nda Harzemşahları yendi.
UYARI : Bu savaşın tek olumsuz
yönü Anadolu'yu Moğol istilasına açık hale getirmesidir. Bunun nedeni
Harezmşahların Anadolu Selçukluları ile Moğollar arasında tampon bölge
olmasıdır. Bu tampon bölge ortadan kalkınca Anadolu Moğollarla komşu
oldu.
I. Alaaddin Keykubat 1237
yılında bir ziyafet esnasında zehirlenerek öldü.
Yıkılış Dönemi
Alaaddin Keykubat'ın ölümü
üzerineoğlu II. Gıyaseddin Keyhüsrev tahta geçti.
Asya'da başlayan Moğol istilası
bir çok Türkmen boyunun Anadolu'ya göç etmesine neden
oldu.
Baba İshak, 1240 tarihinde
devlete karşı ayaklandı.
1242 yılında Moğollar,
Anadolu'ya girdi.
1243 yılında Kösedağ Savaşı'nda
Selçuklular yenildi.
II. Gıyaseddin'in ölümü üzerine
Rükneddin Kılıç Aslan tahta geçti.
Memlük hükümdarı Baybars
Anadolu'yu Moğol baskısından kurtarmak için Anadolu'ya gelerek Moğolları
yenilgiye uğrattı.
Anadolu Türk Beylikleri
Malazgirt Savaşı (1071) ile
başlayan ve bugünkü sınırlarımız üzerinde, Türklerin kurduğu devletlerin
tamamının birden oluşturduğu Türkiye Tarihi'nin üçüncü bölümünü Anadolu Türkmen
Beylikleri oluşturur.
Karamanoğulları
Karamanoğulları Beyliği,
Oğuzların Afşar Boyu'ndan olup Karaman merkez olmak üzere 1256 tarihinde
kurulmuştu.
Anadolu Selçuklu Devleti'nin
yıkılması üzerine Anadolu'da en güçlü devlet olmuşlardı. Karamanoğlu Mehmet bey
döneminde Türkçe'yi resmi dil olarak kabul ettiler. Anadolu Türk Birliği'nin
kurulmasında Osmanlılara karşı en çok mücadele eden beylik Karamanoğlu Beyliği
olmuştur. Yıldırım Bayezıt döneminde Osmanlılara katılan beylik, Ankara
Savaşı'ndan sonra tekrar bağımsız olmuş, Fatih Sultan Mehmet döneminde
etkisizleştirilerek, II. Bayezıt döneminde 1487 tarihinde
yıkılmıştı.
Germiyanoğulları
1299 yılında kurulan
Germiyanoğlu Beyliği'nin kurucusu Yakup Bey'dir. Kütahya civarında kurulmuştur.
Anadolu Selçuklu Devleti'nin yıkılmasından sonra Anadolu'da en güçlü devlet
olmuşlardır. Ege ve Marmara kıyılarına kadar ilerlemişlerdi. Germiyanoğlu
Süleyman Şah Karamanoğullarına karşı topraklarını koruyabilmek amacıyla kızını
I. Murat'ın oğlu Bayezıt'a vermiş, çeyizx olarak da Kütahya, Simav, Emet ve
Tavşanlı'yı bırakmıştı. Germiyanoğlu Beyliğinin varlığına 1390 tarihinde
Yıldırım Bayezıt son vermişti.
1402 Ankara Savaşı'ndan sonra
yeniden kurulan beylik 1428'de Osmanlı Devleti'ne katıldı.
Aydınoğulları
Aydınoğulları Beyliği,
Germiyanoğulları Beyliği'ne bağlı komutanlardan Aydınoğlu Mehet Bey tarafından
Birgi merkez olmak üzere 1308 tarihinde kurulmuştur. Denzicilikte gelişen bu
beylik güçlü bir donanma oluşturmuştu. En ünlü denizcileri Gazi Umur
Bey'dir.
Aydınoğulları Beyliği 1390'da
Osmanlı Devleti'ne katılmıştı.
1402 Ankara Savaşı'ndan sonra
Cüneyt Bey tarafından yeniden kurulmuşsa da 1425 tarihinde II. Murat zamanında
Osmanlı Devleti'ne katılmıştır.
Saruhanoğulları
Saruhan beyliği,
Germiyanoğulları Beyliği'ne bağlı komutanlardan Saruhan Bey tarafından Manisa'da
kurulmuştu.
Denizciliğe önem veren Saruhan
Beyliği, 1390 yılında Yıldırım Bayezıt tarafından ortadan kaldırılmış Ankara
Savaşı'ndan sonra yeniden kurulmuşsa da, Çelebi Mehmet döneminde tamamen
Osmanlılara katılmıştı.
Karesioğulları
Karesioğulları Beyliği,
Germiyanoğulları beylerinden olan Karesi Bey tarafından Balıkesir ve Çanakkale
çevresinde kurulmuştu. Denizcilikte oldukça ilerleyen Karesioğlu Beyliği 1345
yılında Orhan Bey tarafından ortadan kaldırılmıştır.
Hamidoğulları
Hamidoğulları Beyliği,
Felekeddin Dündar Bey tarafından 1300 yılında Uluborlu merkez olmak üzere
kurulmuştur.
Denizcilikle uğraşan
Hamidoğulları Beyliği Yıldırım Bayezıt zamanında Osmanlılara katılmasına rağmen
Ankara Savaşı'ndan sonra yeniden kurulmuş, 1423 yılında da II. Murat tarafından
yıkılmıştır.
Eşrefoğulları
Eşrefoğulları Beyliği,
Seyfeddin Süleyman tarafından Beyşehir merkez olmak üzere 1284 tarihinde
kurulmuştur.
1326 yılında İlhanlılar
tarafından ortadan kaldırılmıştır.
Menteşoğulları
Menteşoğulları Beyliği, Menteş
Bey tarafından Milas merkez olarak kurulmuştur. Denizcilikle uğraşan bu beylik,
Yıldırım Bayezıt zamanında 1391'de Osmanlılara katılmıştı. Ankara Savaşı'ndan
sonra yeniden kurulan beylik, II. Murat tarafından 1425'te tamamen ortadan
kaldırıldı.
Candaroğulları
(İsfendiyaroğulları)
Diğer adı İsfendiyaroğulları
olan Candaroğulları Beyliği, Şemseddin Yaman tarafından 1292 yılında Sinop ve
Kastamonu civarında kurulmuştur.
1461 yılında Fatih Sultan
Mehmet tarafından ortadan kaldırılmıştır.
Eretna Beyliği
Eretna Devleti 1335 yılında
Uygur Türkleri'nden Eretna Bey tarafından Orta Anadolu'da kurulmuştur. Devletin
merkezi önce Sivas, sonra da Kayseri olmuştur. 1381 yılında Kadı Burhaneddin
tarafından yıkılmıştır.
Kadı Burhaneddin
Kadı Burhaneddin 1381 yılında
merkezi Sivas olmak üzere Kadı Burhaneddin Devleti'ni kurdu. Candaroğulları,
Karamanoğulları ve Taceddinoğulları ile mücadele eden Kadı Burhaneddin Devleti,
Timur tehlikesi karşısında Sivas halkının 1389 tarihinde şehri Yıldırım
Bayezıt'e teslim etmesi ile Osmanlı'ya katılmıştı.
Dulkadiroğulları
1337 yılında Zeyneddin Karaca
Bey tarafından Elbistan'da kurulan Dulkadiroğulları Devleti, Osmanlılar'la,
Memlüklülerin arasını açan devlet olarak bilinir. Yavuz Sultan Selim tarafından
1515 Turnadağ Savaşı ile Osmanlı'ya katılmıştır. Bu beylik Osmanlı'ya katılanson
beylik olup, bu beyliğin alınmasıyla Anadolu'da Türk birliği sağlanmış
oldu.
Ramazanoğulları
Ramazanoğulları Beyliği,
Ramazan Bey tarafından 1353 yılında Adana ve çevresinde kurulmuştur. İlk önce
Memluk devletine bağlı iken Yavuz Sultan Selim ile birlikte Memlüklere karşı
savaşmış, bundan sonra da Osmanlı Devleti'ne bağlı bir beylik olarak
yaşamışlardır.
1608 tarihinde Osmanlı
Devleti'ne bağlı bir vilayet haline getirilmiştir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)